Gidişi ölüm olsada yarınlara, sonsuzluk denkleminde tek bir acıyla uyansada her sabah, doğru karar onun yüzünde bir tebessümden öteye değildi.. Belkide en büyük acıları birlikte sadece gözyaşı dökmeleriydi, en büyük erdemleriyse onursuzluğun gölgesinde filizlenen sevdalara başkaldırıydı... Bir daha hiç birşey başa sarmayacaktı çünkü biliyordu, o mutluydu.. Bir daha hayat aynı olmayacaktı çünkü sisler ardında hiç bir adım aynı yere atılmazdı... Bundan sonra asıl kavga hayatlaydı, asıl intikam hayata karşıydı, mutlu olmak için değil mutluluğu anlatabilmek belkide kendisine düşendi... Vedalar mı, gülümseyişi yeterdi....
Yitik bir coğrafyada, yitirilen hayatların doğumunu kutlamak gibi anlamsızlığı sırtlamışken yüzleşmekten başka şans bırakılmamıştı kaderine. Belki de en büyük cezaydı kendisine verilen, belki de en ağır yüktü taşıyamadığı ama her sabah omurgasızlar gibi vazgeçmektense, her sabah yalanlara göz kapaklarını açmaktansa, her gece acıyla sabahlamak ödüldü. Bir filiz vardı O’nun bu kente bıraktığı, dünyaya bir daha gelmeyecek şarkının melodisiydi duyduğu, hayatın anlamıydı bırakacağı. Zamanın unutturamadığını zamanın göğsüne saplayıp gitmekti veda, meydan okumaktı afyonlu kandırmacalara, ve bitirebilmekti acıtmadan, avunmadan. Anlamsızlıklıklar içinde bir anın sonsuzluğa taşınması gibi bitirecekti, ellerine sonsuzluğu hediye edip öyle veda edecekti.
Dünya durdukça senin gözlerin var olacaktı. Yıpranmış sayfalarına bakarak belki bir gün birisi okuyacaktı kitabı, belki birisi kendisini bulacaktı yazılanlarda. Belki birisi başlayacaktı hayata korkusuzca…
Belki de anlamadıkları nokta sonsuzluk içinde nerde bulunduklarını bilmemeleriydi. Zamanın kısa tarihinde bir tutam umudun yüzüne çarpan kapısıydı belki de yaşadıklarımız, ama hoşça kal demeden gitmek yakışmazdı.
Veda zamanıydı, uzatmak olmazdı… Mutlu yıllar....