Adını hatırlamadığım bir nüktedan ‘şeytanın en büyük numarası bizi varolmadığına inandırmasıdır,’ demiş. Buna nazire olarak, ‘sinemanın en büyük numarası, bizi ara ara şeytanın varolduğuna inandırabilmesidir’ denilebilir. Fakat nerde o eski şeytanlar…

Bu hafta yaz normallerine uygun olarak bir sürü komedinin yanısıra iki tane de şeytanlı film var. Bir tanesi Türk sinemasının klasik şeytanlı- cinli filmlerinden ‘Azazil: Düğüm’. Türk sinemasının son zamanlardaki hocalı, büyülü, cin çıkarmalı filmlerinde daima ahir günlerin toplumsal gerilimlerine dokunur gibi yapan bir yan var. Son moda yapı malzemesiyle donanmış sitelerde oturan, dinle işi olmaz çifte musallat olan her ne ise, sözkonusu TOKİ ya da lüks site mahlukatının estirdiği ‘dehşet rüzgarı’ genellikle toplumsal (eşitsizliğe değilse bile) memnuniyetsizliğe işaret eder. Ya da toy bir merakla kırsaldaki harap eve dalan kentli çoluk çocuk, o yıkıntı-döküntünün işaret ettiği ‘ihmal edilmiş taşra harabat’ını kurcalamış olur, belasını oradan bulur.

Görsel yaratıcılıkları çoğunlukla Japon korku filmlerinden esinlenme ‘giderek yayılan siyah şey’le kısıtlı olsa da, bu filmleri ilginç kılan, dediğim gibi, çoğu zaman sözkonusu gerilimlere ‘atıfta bulundukları hissini uyandırmaları’dır. ‘Mühürlü Köşk’ gibi bazıları düşük bütçeden de kaynaklanan sebeplerle düpedüz eğlenceli ve komik, ‘Musallat 2’ gibi bazıları da hafiften sanatsal, görsel olarak havalıdırlar. ‘Azazil: Düğüm’ de Boğaz tepelerinde bir gecekonduda teyzesi ve eniştesiyle yaşayan Sinem ve kızlı-erkeli partilere beraber gittiği arabalı-havalı erkek arkadaşı Akın’la yola çıkıp yeni kentsel sınıflara, ‘kaynaşmış bir kitle’ gibi görünen AVM gençliğinin ‘dating’ alışkanlıklarına dair birşey söyleyecekmiş gibi yapsa da baklayı ağzından çıkaramaması, yavaş temposu ve kötü trükleriyle ilgiyi tavsatıyor. Sinem’in yattığı yataktan havalanıp da ağzından malum kara dumanı püskürttüğü sahnede çoktan filmden kopmuş oluyorsunuz.

Gerçi, çok daha masraf edilerek yapılmış ‘Deliver Us From Evil/ Bizi Kötüden Koru’ adlı Amerikalı kardeşinin de aynısının tıpkısı bir yatakta yatarken havalanma sahnesinden medet umduğunu söylemek lazım. (İkisinin de esinlerini ‘Exorcist/Şeytan’a borçlu olduğunu da.) ‘Bizi Kötüden Koru’, esas olarak, çocukluğunda bir noktada ‘Tanrı’yı aştığını sanan’ acar polis memuru, karizmatik, misyoner, vakia ’imana gelmeden önce her yolu denemiş’ rahip ve Irak’ta ‘çok fena bir şeyle burun buruna gelip heder olmuş’ üç er arasında geçiyor. Amerikalıların bu tür filmlerde şeytan ya da benzeri bir kötülüğün tohumlarını genellikle Orta Doğu’dan kaptıkları malum; ister Amerikan müdahaleleriyle ile igili bir dil sürçmesi, ister Hristiyanlığın doğduğu topraklara ilişkin tekinsiz bir tefekkür deyin… (Filmdeki kötülüğü çağıran metinde Romalıların Orta Doğu’da yayılmaları esnasında kullandıkları Latince ve yerel dil karışımı bir dil kullanıldığını öne sürmek filmin orijinal buluşlarından biri ama üzerinde durulmuyor.) Her halükarda, ’Bizi Kötüden Koru’ eve dönüşte neler olduğuyla ilgilendiği için kahramanlarımız hesabı New York’ta keseceklerdir. Hesap oldukça basit; adı gibi ‘kötülükten korunmak’, sadece önleyici bir tedavi…

Bu tür filmlerden, akraba film ‘Full Metal Jacket’deki gibi askeri/ eril kötülüğün kökenleri hakkında dahiyane fikirler beklemesek de ‘Jacob’s Ladder/ Dehşetin Nefesi’ gibi alanın iyice örneklerden birinin buluş zenginliğini bekleyebiliriz, en azından kağıt üzerinde. Ama Eric Bana garantisine bel bağlamayın; ‘Bizi Kötüden Koru’, geleneksel ‘dehşetle- Ortadoğu'da- tanıştım’ filmlerinin son zamanlarda açık açık sofuluğa doğru çizdıkleri eğri üzerinde, meramını söylerken en kestirilebilir davrananlardan biri. Üçte ikisini New York’ta sapık katil avlamakla geçirdikten sonra asıl gövde gösterisini sondaki uzunca şeytan kovma sahnesiyle yapan bu filmde kovulan şeytandan çok karakterlerdeki ‘inanç muallaklığı’; o kovulup gittikten sonra herşey yoluna giriyor, öyle ki bazı çevrelerde esasen hınzır ve zeki bir karakter olarak bilinen şeytan bu sağlamcı ‘korunma senaryosu’ karşısında bizzat sıkıntıdan patlayabilir, bir an önce kendiliğinden sırra kadem basabilir. Ne inançsızlarında, ne inananlarında bir tereddüt ve inandırıcılık pırıltısı gözlenen, asıl adı ‘Bizi Klişelerden Koru’ olması gereken bir yazlık-şeytanlık.

radikal

Editör: İbrahim Halil Aksoy