Fatih Sultan Mehmet üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Derin Tarih Dergisi danışma kurulu üyelerinden Prof. Dr. Heath W. Lowry Derin Tarih dergisinden Halil Solak'a konuştu. Lowry, İstanbul fethinin arkaplanını, Fatih Sultan Mehmed’in entelektüel kimliğini ve şehir planlamacılarının öncüsü sayılmasının arkasında yatan icraatleri anlattı.
İşte Derin Tarih'te yayınlanan o röportaj:
-Fatih’in padişahlık kariyerinden bahseder misiniz?
Çok ilginç hakikaten… Hanedanda kendisinden başka tahta iki defa çıkan iki kişi var; birincisi babası II. Murad, diğeri ise I. Mustafa. Tabii babası II. Murad kendisi veriyor tahtı ona ama Fatih o zaman daha 12 yaşındaydı. Yalnız değildi, etrafında ona yol gösterecek devlet adamları vardı ama bana öyle geliyor ki Fatih başından beri onlardan ziyade yeniçerilere güveniyordu.
-Tahta çıktıktan sonra birtakım tehlikeler baş gösteriyor, değil mi?
Evet. Çok genç ve tecrübesiz; hem içeriden, hem de dışarıdan düşmanlar harekete geçiyor. II. Murad’ı ordunun başına çağırıyorlar, o da geliyor. Varna Savaşı meydana geliyor. Koskoca Haçlı ordusunu genç bir çocuğun durdurması mümkün değil zaten…
-Peki sıkça anlatılan bir mektup hadisesi var. Fatih babasına, “Eğer sen padişahsan geç tahtına. Yok padişah bensem emrediyorum, tahta geç” diye bir mektup yazmış…
Bu anekdot çok yerde geçiyor ama şu ana kadar böyle bir mektuba rastlamadım.
-1451’de yeniden tahta çıktığında aklında tek bir şey var gibi duruyor.
İstanbul’u fethetmek! Tabii Hz. Muhammed’in zamanından beri Emevilerde, Abbasilerde, Selçuklularda hedef İstanbul’u fethetmekti. Tabii onu alınca ortada Bizans diye bir şey kalmayacaktı. Hatta şöyle tasvir ediyorum ben: Koskocaman bir Osmanlı denizi var, Bizans bu denizin ortasında küçücük bir ada gibi. Fatih kafasını taktı ve bu işi yaptı.
Elbette. Her zaman şöyle bir algı vardır: “Osmanlı tarihinde her şeyi sultanlar yaptı.” Hayır, böyle bir şey yok, bu işler o kadar kolay değil aslında. Fatih’in etrafında birçok ilginç insan var. Mesela Evrenosoğlu Ali Bey gibi bir akıncı var. Yaklaşık 10 bin kadar atlıyla kuşatmaya katılıyor. Daha sonra ona Haliç kıyısında bir yer veriliyor: Bugünkü Alibeyköy civarı işte…
-Akşemseddin Fetihte nasıl bir rol oynadı?
Kaynaklara göre Akşemseddin 3 bin dervişle katılıyor kuşatmaya ve fetih esnasında çok kritik bir rol oynuyor. Bir taraftan manevî olarak Fatih’e ve orduya kuvvet veriyor, diğer yandan da kuşatma esnasında kaleme aldığı ilginç bir mektup var. O çok önemli bana kalırsa. İşlerin çok da parlak gitmediği bir sırada yazıyor mektubu Akşemseddin ve diyor ki: “Sen bunların Allah rızası için mi savaştığını zannediyorsun? Bunlar ganimet için savaşıyorlar!” Ondan sonra da şehir alınırsa üç gün yağma edilecek diye söz verildi askerlere. Tabii üçüncü günde yağmayı kestirdi Fatih. Yağma sırasında da tek bir şartı vardı: Binalara asla zarar verilmeyecek!
-Yağma, fethedilen topraklar için, değil mi?
Evet. Şayet bir yeri kılıcınızla alıyorsanız orada yağma hakkınız vardır. Ancak şöyle bir durum da var: Mesela Osmanlıların Bursa’yı fethine bakalım. Top teknolojisi yoktu o dönemde. Onlar da şehri kuşatma altına aldılar. Bu tam 11 sene sürdü ve sonunda Bursa’daki tekfurlar şehri teslim etmek zorunda kaldılar.
Aynı şekilde İznik de örnek verilebilir. İznik’te kuşatma 9 sene sürüyor. Şehir yine kendiliğinden teslim olacaktır. Bunu Balkanlarda 14. yüzyılda çok görüyoruz. Balkanlardaki pek çok şehir askerî kuvvetle alınmamıştır, genelde teslim olmuşlardır.
-Neden?
Çünkü Osmanlılar şehri teslim ettikleri takdirde halka dokunmuyorlar. İbadethanelere ve evlerine zarar vermiyorlar. Ama şehir halkı karşılık verirse ve şehir kılıçla alınırsa işler o zaman değişiyor. İstanbul’da da aynı şartları sunuyorlar Bizanslılara ama onlar kabul etmiyor. Osmanlı askerlerinin büyük bir kısmı akıncılardan oluşuyor. Bunlar maaşlı değiller ve ganimet için savaşıyorlar. Yani ganimetten ne alırsa maaşı o olacak. Akşemseddin’in de üzerinde durduğu gibi orduyu motive eden bir şeye ihtiyaç vardı.