İstanbul Ticaret Üniversitesi ve Areda Araştırma’nın iş birliğiyle Türkiye’de Aile Yapısının geniş boyutlarıyla ele alındığı “Türkiye’de Ailenin Değişen Yapısı” çalışmanın ikincisi kamuoyu ile paylaşıldı. Kapsamlı bir anket üzerinden gerçekleştirilen araştırmada “Evlilik ve nikâh durumu, çocuk sahipliği, yaşlı bakımı, aileyi bekleyen tehditler, aile ile ilgili değerler, kadının çalışmasına ilişkin tutumlar, ailenin ekonomik durumu, aile ile ilgili yasalar, aile içi şiddet ve boşanma, iletişim araçlarının aile üzerindeki etkisi” gibi konular ele alındı.

Araştırmanın sonuçları İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Elçin Aykaç Alp, Areda Survey Genel Müdür Yardımcısı Fatih Aydın ve Proje Koordinatörü, İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Çaha'nın katılımıyla açıklandı.

Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Elçin Aykaç Alp, Areda Survey Genel Müdür Yardımcısı Fatih Aydın’ın selamlama konuşmalarının ardından Prof. Dr. Ömer Çaha rapor sonuçlarını açıkladı.

İDEAL EVLİLİK YAŞI

2400 kişi ile görüşülerek hazırlanan araştırmada katılımcıların yüzde 10,8’i erkek için ideal evlilik yaşını 31 ve üstü, 35,5’i 27-30 yaş aralığı, yüzde 46,7’si ise 22-26 yaş aralığı olarak gördüğünü ifade etti. Kadınlar için ideal yaşın 31 ve üstü olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 3’te kalırken katılımcıların yüzde 22,5’i ideal yaşın 27-30; yüzde 49,2’si ise 22-26 yaş aralığı olduğunu belirtti. Katılımcıların yüzde 8,4’ünün ilk evliliğinde 31 yaş ve üstü; yüzde 15,6’sının 27-30; yüzde 38,6’sının 22-26; yüzde 29,5’inin ise 18-21 yaş aralığında olması dikkat çekti.

RESMİ NİKAH VE DİNİ NİKAH BİR ARADA

Araştırmaya katılanların yüzde 88,3’ünün evlenirken hem dini hem de resmi nikah kıydığı, yüzde 8,3’ünün sadece resmi nikah kıydığı gözlenirken sadece dini nikâh kıyanların oranı yüzde 1,4’te kaldı. Katılımcıların yüzde 2’si ise iki nikahın da kıyılmadığını açıkladı.

ÇOCUK SAYISI

Katılımcıların yüzde 88’i çocuk sahibiyken beş ve üstü çocuk sahibi olanlarının oranı yüzde 4; dört çocuğu olanların oranı yüzde 4,8; üç çocuk sahibi olanların oranı yüzde 20,9; iki çocuk sahibi olanların oranı yüzde 33,8; tek çocuk sahibi olanların oranı ise yüzde 41,4 oldu. Araştırmaya katılanların yüzde 76,2’si üç veya daha fazla çocuklu ailede doğmuş ancak aynı kişilerin yüzde 75,2’sinin 2 veya daha az sayıda çocuğu bulunuyor. Araştırmaya katılanların yüzde 88,5’i bir çocuk daha yapmayı düşünmüyor.

Tek çocuğu olup da ikinci bir çocuk istemeyenlerin oranı yüzde 82,9, iki çocuklu olup ilave bir çocuk daha istemeyenlerin oranı ise yüzde 92,7 düzeyinde. Bu iki veri birlikte değerlendirildiğinde katılımcıların büyük bir kısmının ortalama çocuk sayısının, nüfusun dengede tutulması için gerekenden daha az olduğu görülüyor.

BAYRAMLARDA AKRABALAR ZİYARET EDİLİYOR

Bayramlarda veya özel günlerde aile bireyleri arasında gerçekleşen ziyaretler de ailenin Türkiye’de toplumsal hayatın merkezinde yer almaya devam ettiğini gösteriyor. Katılımcıların yüzde 90’dan fazlası bu tür günlerde anne ve babasını ziyaret ederken; yüzde 80 civarındaki bir kesimi amca, dayı, teyze, hala gibi yakın akrabalarını genelde veya imkân el verdikçe ziyaret ediyor.

AİLE DAYANIŞMADA İLK REFERANS

Araştırmaya göre Türkiye’de insanlar zor durumda kaldıklarında öncelikle aile bireylerinden birine başvurma eğilimini gösteriyor. Araştırmaya katılanların yüzde 77,5’nin, başı sıkıştığında aile bireylerinden birine başvurduğunu belirtmesi ailenin toplumsal dayanışmada temel referans noktasını oluşturmaya devam ettiğini gözler önüne seriyor.

HAYAT TARZI HALA AİLE MERKEZLİ

Araştırma sonuçlarına göre aile ile geçirilen ilişkinin süresine bakıldığında katılımcıların üçte ikisinin günde 5 saat ve daha fazlasını ailesiyle geçirdiği anlaşılıyor. Bu da Türk toplumunda aile merkezli bir yaşam biçiminin baskın olduğunu gösteriyor.

Araştırma bulgularına göre, Türk toplumunda yaşlı anne ve babaya bakma yükümlülüğüyle ilgili yüksek bir hassasiyet bulunuyor. Katılımcıların yüzde 94,6’sı yaşlandıklarında anne ve babalarına bakmakla yükümlü olduklarını belirtiyor

Araştırmaya katılanların yarısından fazlası yaşlandıklarında çocuklarından ayrı yaşama arzusunda. Bu arzuyu dile getirenlerin oranı yüzde 54,5 düzeyinde. Öte yandan yüzde 31,8’i ise çocuklarının yanında kalmak istiyor.

AİLEYE YÖNELİK TEHDİTLER

Araştırmaya göre aile birliğini en fazla tehdit eden husus yoksulluk veya maddi yetersizlik. Katılımcıların yüzde 38,2’si aile birliğini tehdit eden faktör olarak buna işaret ediyor. İçki, kumar ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar da katılımcılara göre aile birliğini tehdit ediyor. Araştırma bulgularına göre geçimsizlik, aile içi şiddet, televizyon, kültür çatışması ve eşlerin birbirini aldatması aile birliğinin çözülmesinde rol oynayan diğer faktörler.

Türkiye’de aile bireyleri arasında güçlü bir ilişki bulunuyor. Bu konudaki toplumsal algının da bu yönde olduğu görülüyor. Araştırmaya katılanların yüzde 59,6’sı aile bireyleri arasındaki iletişimin güçlü olduğunu düşünüyor. Aile bireyleri arasındaki iletişimi olumsuz yönde etkileyen çok sayıda faktör var. Katılımcılar bu faktörleri internet, sevgi/saygı eksikliği, çalışma koşulları, televizyon ve bencil davranışlar olarak sıralıyor.

KIZ ÇOCUĞU İSTENİYOR

Araştırmaya göre katılımcıların yüzde 60’ı tek çocuklarının olması durumunda bunun kız olmasını tercih ediyor. Geçen yıl yapılan araştırmada bu oran yüzde 56,3 düzeyinde idi. Bu da geçen yıldan bu yana kız çocuğuna sahip olma eğiliminde artış olduğu anlamına geliyor.

KADIN – ERKEK EŞİT

Araştırmaya katılanların yüzde 66,3’ü kadınla erkeğin fıtratları bakımından aynı olduğu düşüncesinde. Erkeğin kadından üstün olduğunu öngören geleneksel düşünce katılımcıların sadece yüzde 18,2’si tarafından paylaşılıyor. Öte yandan, katılımcıların yüzde 9,1’i kadının fıtratı bakımından erkekten üstün olduğu anlayışını dile getiriyor.
Araştırma Türk toplumunun kadının çalışmasının aileye pozitif yönde yansıdığı kanaatinde olduğunu ortaya koyuyor. Katılımcıların yüzde 24,4’ü kadının çalışmasının aileyi zayıflatacağını düşünürken, yüzde 67’si ise aileye güç kattığı düşüncesinde.

MADDİ DURUM

Katılımcıların yüzde 44’ünün gelirinin 5 bin TL ve altında olduğu görülüyor. Geçen yıl bu düzeyde geliri olanların oranı yüzde 75,6 düzeyindeydi. Enflasyon karşısında artan maaşların bunda rol oynadığı görülüyor. Katılımcıların yüzde 40,1’nin geliri 5 ila 10 bin aralığında iken, yüzde 16,1’inin ise 10 bin TL’nin üzerinde. Eğitim düzeyi arttıkça ailenin gelir düzeyi de doğru orantılı olarak artıyor. Çünkü 10 bin TL ve üstünde maaş alan üniversite mezunlarının oranı ilköğretim mezunlarının üç katından daha fazla.

Araştırmaya katılanların yüzde yaklaşık 46’sının gelirinin ailenin ihtiyacını karşılamaya yettiği anlaşılıyor. Bu oran geçen yıla göre yaklaşık yüzde 2’lik bir azalış eğilimi gösteriyor. Katılımcıların yüzde 57,8’i ev sahibiyken yüzde 37,8’i kiracı.

AİLE HAYATINDAN MEMNUNİYET

Araştırma bulgularına göre toplumun yarıdan fazlası aile yaşantısından genel olarak memnun veya çok memnun. Bu duyguya sahip olanların oranı yüzde 55,5 düzeyinde. Öte yandan aile yaşantısından memnun olmadığını belirtenlerin oranı yüzde 20,1 düzeyinde. Geçen yıl aile yaşantısından memnun olanların oranı yüzde 72,8, memnun olmayanların oranı ise yüzde 12,1 düzeyinde idi.

YASALAR AİLEYİ KORUYOR MU?

Araştırmaya katılanların yarısından fazlası Türkiye’deki yasaların ne aileyi ne de kadını tam olarak koruyabildiği kanaatinde. Bu şekilde düşünenlerin oranı yüzde 56,1 düzeyinde. Bu şekilde düşünenlerin oranı geçen yılki araştırmada yüzde 48,8 idi. Bu da son bir yıl içinde yasaların eşleri korumasına ilişkin algıda olumsuz bir eğilimin geliştiğini ortaya koyuyor.

“NAFAKA VERİLMELİ”

Boşanma durumunda kadına verilen nafaka ile ilgili düşüncelere bakıldığında toplumun kadına makul bir süre nafaka verilmesi konusuna yönelik genel bir eğilim içinde olduğu görülüyor. Katılımcıların yüzde 55,1’i “çalışmadığı sürece erkeğin kadına nafaka vermesi gerektiği” düşüncesinde. Ayrıca “erkek kadına makul bir süre nafaka vermeli, sonra kesmeli” düşüncesine katılanların oranı yüzde 52,3 düzeyinde.

BOŞANMA NEDENLERİ

Araştırmaya göre boşanmanın temelinde yer alan en önemli faktörün ekonomik nedenler olduğu görülüyor. Katılımcıların yüzde 55,1’i bu hususa işaret ediyor. Geçen yılki araştırmada boşanmayı ekonomik nedenlere dayandıranların oranı yüzde 37,2 düzeyinde idi. Bu da ekonomik nedenlere dayalı boşanma olaylarının geçen yıla göre daha fazla arttığına ilişkin bir algı bulunduğunu gösteriyor. Bu yılki araştırmaya göre televizyondaki diziler, sevgi ve saygı eksikliği, aldatma, şiddetli geçimsizlik, ahlaki çöküntü, kadınların bilinçlenmesi, aile yapısının bozulması, hayat şartlarının zorluğu ve internet katılımcılar tarafından boşanmaların nedeni olarak işaret edilen diğer faktörler. Geçen yıl yapılan araştırmada da benzer sorunlar yaklaşık olarak aynı oranlarda dile getirilmişti.

TV EN GÖZDE İLETİŞİM ARACI

Ailelerde en yoğun kullanılan medya aracının televizyon olduğu anlaşılıyor. Katılımcıların yüzde 36,1’i günde 5 saat ve üzerinde televizyon izliyor. Geçen yıl 5 saatten daha fazla televizyon izleyenlerin oranı yüzde 40’tı. Televizyonun kadınlar, ileri yaştaki katılımcılar ve düşük eğitimi olanlar tarafından daha fazla oranda izlendiği görülüyor. Katılımcılar içinde internet kullanmadığını belirtenlerin oranı yalnızca yüzde 7,7 düzeyinde. Geçen yıl bu oran yüzde 8,3 düzeyindeydi. Sosyal medya araçlarının kullanımına bakıldığında katılımcıların yüzde 90 civarındaki bir kesiminin Facebook kullandığı anlaşılıyor.

DİNDARLIK

Araştırma bulgularına göre toplumun yüzde 87,3’ü kendisini inançlı olarak tanımlıyor. İnançlı olarak tanımlayanların yüzde 26,3’ü tüm dini görevleri yerine getirmeye çalışırken, yüzde 37,9’u ise bazı dini görevleri yerine getirmeye çalışıyor. İnançlı olup dini görevleri pek yerine getirmeyen yüzde 23,1 düzeyinde bir kitle var.

Kadınların erkeklere göre belirgin biçimde daha fazla oranda inançlı olduğu görülüyor. İnançlı olmayıp dini değerleri önemsemeyen kitle daha çok erkekler arasında yoğunlaşıyor. Erkeklerin yüzde 15,2’si kendisini bu şekilde tanımlarken, bu tanımlamayı kabul eden kadın oranı yüzde 6,7 ile sınırlı kalmaktadır.

MUTLULUK ORANI

Araştırma bulgularına göre kendisini mutlu hisseden yüzde 36,4 düzeyinde bir kitle bulunuyor. Buna karşın toplumun yüzde 26,3’ü kendisini mutsuz hissediyor. “Ne mutlu ne de mutsuz” olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 37,3 iken bu şekilde tanımlayanları da kendisini mutlu hissetmeyenlere eklendiğinde toplumun mutluluk düzeyinin dikkate değer düzeyde düşük olduğu görülüyor. Mutluluk düzeyi geçen yıldan bu yana azalmış durumda. Geçen yıl kendisini mutlu hissedenlerin oranı yüzde 40,3 düzeyinde idi. Buna karşın mutsuz hissedenler toplumun yüzde 21,4’lük kesimini oluşturmaktaydı.

Raporun detaylı haline ulaşmak için buraya tıklayınız.

Editör: İbrahim Halil Aksoy